4 Ocak 2016 Pazartesi

Sevgilim Mardin - 1

SEVGİLİM MARDİN - 1

MARDİN'DE BİR AKŞAMÜSTÜ



Cercis Murat Konağı'ndan, Kasımiye Medresesi'nden, Postane'den, Zinciriye Medresesi'nden, Şehidiye Camii Medresesi'nin tepesinden, Marangozlar kahvehanesinden ya da başka bir yerden... Akşamın Mezopotamya ovasının üstüne inişini seyredin. Güneşin, kızıla boyadığı taş evlerin üzerinden size veda edip yerini geceye bırakışını mutlaka bir yerlerden yakalayın. Çünkü Suriye yönünden dalga dalga gelen ve her geçen dakika koyulaşan o mavi renk, Mezopotamya ovasını biraz sonra koskoca bir denize çevirecek. Mardin'in evleri karanlıkta kalacak ve kalenin aydınlatılmasıyla şehir, usta bir kuyumcunun elinden çıkmış koca bir tek taş pırlanta yüzüğe benzeyecek.


Bu manzarayı seyrederken insanın aklından, dünyanın hiçbir yerinin Anadolu gibi renkli bir tarihe sahip olamayacağı geçiyor. Hangi topraklar bu kadar kültüre beşik olmuş, anavatan olmuş, köprü olmuş? Şehrin inanılmaz bir çekiciliği var. Bunu, İ.Ö. 8000'den günümüze uzanan kültürler resmi geçidine borçlu. Um-Dabagiye, Hassuna, Samara ve Halaf kültürlerinden, Uruk, Hurri, Akad, Hitit, Mitanni, Asur, Arami, Med'lere; Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Abgarlar, Ermeniler, Romalılardan, Sasaniler, Bizans'a; Artuklulardan İlhanlı-Moğol, Karakoyunlu, Akkoyunlulara; Osmanlıdan günümüz Cumhuriyet Türkiye'sine bir resmi geçit...


Kentin bu tarihi ve kültürel dokusu, onu dinler tarihi açısından da önemli kılıyor. Özellikle Süryanilerin İ.S. 38 yılında İsa dinini kabul ettikleri "İnananlar Dağı" ya da "Köleler Dağı" anlamına gelen Tur Abdin'in, Mardin-Midyat Eşiği diye adlandırılan bu bölgede olması.


Mardin'i gezerken uyum içinde bir potada eriyen bu renkler, tek tek ortaya çıkıp birbirinden ayrılarak tüm ihtişamıyla kendini göstermeyi biliyor. Çarşı, han, kervansaraylar, cami ve mescitler, külliyeler, medreseler, zaviye ve türbeler, hamamlar, eski ve yeni kiliseler, manastırlar, okullar, köşkler, kasırlar ve şehrin en dikkat çeken, onu diğerlerinden ayıran en büyük özelliği olan taş işçiliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan konut mimarisi...

Renkli labirent

Mardin'i gezerken içinizde oldukça büyük bir heyecan yaratacak yer hiç şüphesiz çarşısı olacaktır. Mardin çarşısının şehrin ana caddesini de içine alan kendine özgü labirent planı içinde kaybolma keyfini kendinizden esirgemeyin. Çarşıya Cumhuriyet Meydanı tarafından girdiğinizde Güneydoğu Anadolu kentlerinde görmeye pek alışık olmadığınız bir manzarayla karşılaşacaksınız. Rengârenk, çeşit çeşit sebzeler... Ama bu manzara size lokantalarda Ege yemeklerine benzer tatlarla karşılaşacağınızı düşündürmesin. Mardin mutfağının kendine has özellikleri onu diğer Güneydoğu Anadolu mutfaklarından da ayırıyor. Baharat zengini bu mutfakta neler yok ki!.. Tarçınlı patlıcanlı pilav, nar ekşili salata, kaburga dolması, cevizli yeşil zeytin salatası, işkembe dolması, zencefilli limonata, haşlanmış ve kızartılmış içli köfte, peynirli helva, kakuleli kahve... Sonra kumaşçılar, bakırcılar, leblebiciler, kuyumcular, gümüşçüler, terziler, ayakkabı tamircileri, marangozlar, kalaycılar, baharatçılar, kahveciler, tütüncüler, çaycılar, antikacılar, semercilere rastlayacaksınız çarşıda.


Semercilik hala yaşıyor. Bunun nedeni şehrin mimari dokusunun özelliği olan dar ve yokuşlu sokakları ve tek ulaşım aracı olan eşekler, katırlar, atlar. Çarşının daracık sokaklarında, tıpkı şehrin sokaklarında ve abbaralarında olduğu gibi eşekler çıkacak karşınıza, genelde boz ya da beyaz. Kenara çekilip yol vermeniz yetmeyebilir, dikkatli olun! Bir rodeocu gibi eşeğin üstüne kurulmuş çocuklar o kadar hızlı koşturuyorlar ki eşekleri, genelde kendinizi bir dükkâna girip koruyabiliyorsunuz. Fotoğraf çekmek isterseniz hiç istisnasız herkes eşeğini durdurup poz veriyor.


Mardin'de, Güneydoğu'ya has eşarpların, puşilerin, Suriye'den getirilen kumaşların büyüsüne kapılıp alışverişe başlayacak, fiyatlar karşısında pazarlık bile etmeyi aklınıza getirmeyeceksiniz. İnsanlar sevecen, iyi niyetli. Bakışlarınızı kime çevirirseniz bir gülümsemeyle karşılaşıyorsunuz. Selamınızı alan esnaf, hemen dükkâna davet ediyor yabancı konukları. Sohbetlerin tadına doyulmuyor. Konu hep aynı: Mardin ve Mardinli olmak.

Kakuleli mırra

Her köşede bir terzi görüyorsunuz; erkek terzileri, kadın terzileri... Kadınlar kıyafetlerini terzilere diktiriyorlar. Birkaç saat içinde çarşıda gördüğünüz o kadife ya da doğal kumaşlardan ummadığınız güzellikte, tahmin edemeyeceğiniz modellerde kıyafetler çıkıyor. Neden bu kadar çok terzi olduğu sorulduğunda, hepsi ağız birliği etmiş gibi "Biz kafadan ölçü alıp dikeriz, siz Istanbul'da kalıptan" diyorlar.


Eski bir berber dükkânının önünden geçip bir baharat dükkânının önünde buluyorum kendimi. İçerideki her detay çarpıyor insanı. "Osmanlı Baharat" adlı dükkânın sahibi Gültekin Bey sabırla her soruya yanıt veriyor. Raflardaki baharat çekmecelerinin üzerindeki etiketlerde manilerle ne işe yaradıkları anlatılmış. Sadece Mardin'e has, damarları açan, karaciğer ve kandaki hastalıkları temizleyen, saradan felce, şeker hastalığından sarılığa ve pek çok başka derde deva "küşut" otundan alıyorum.


Çarşıdaki ayakkabı tamircileri artık büyük şehirlerde göremeyeceğimiz bir resim çıkartıyorlar ortaya. Çarşının dışına çıkıp kuyumcu dükkânlarına göz gezdiriyorum. İki Ermeni Katolik aile kalmış Mardin'de. Onlar da birbirleriyle akraba. Bu ailelerden Mansur Uğurgel kuyumcu. Malum kuyumculuk sanatında kakma, mıhlama ve sadekârlık Ermenilere hastır. Eskiden telkari ustasıymış, şimdi yapmıyor artık. Mardin'de kuyumcularda bulacağınız altın 22, 21 ve 14 ayar. Osmanlı bağlantısı nedeniyle kuyumculuğun yaygınlaştığı Halep, Şam ve Musul'dan geliyor mallar. İnsanların tembelliği ve devletin de el emeğini desteklememesi nedeniyle bu işin ölmeye yattığını söylüyor Mansur Usta. Sohbet esnasında ikram edilen Mardin'e has kakuleli "mırra"nın tadını başka hiçbir yerde bulmak mümkün değil. Artık kakulesiz kahve içemeyeceğimi anlıyorum.


Biraz ileride bir sabuncu dükkânı dikkat çekiyor. Yabani fıstık yağı (bıtım) ve menengiç (kezvan) denen iki tür sabun var. Mardin Lokmanhekim Sabunu denen ve toprağa bile zarar vermeyen bu doğal sabunlar, saça ve cilde çok faydalıymış. Sahipleri şimdilerde, Japonya'dan gelen kimya mühendislerine doğallığını onaylattırdıkları sabunlarının patent tescil işleriyle uğraşıyorlar.

Corç Usta

Mardin'deki tek telkari ustası olan Süryani Corç Usta, bugüne kadar içtiğim en güzel çayı ikram ediyor. Telkâri, eritilerek farklı kalınlıkta çekilmiş teller haline getirilen madenin işlenmesi zenaati. Bu yöreye has olması onu daha da değerli kılıyor. Mardin gümüş telkari işleriyle dolu dükkânlardan geçilmiyor. Alıcısı çok. Ama 40 senedir bu işi yapan 46 yaşındaki Corç Usta dışında üreten de yok. Yanında, ikisi haricinde hepsi Müslüman on kişi çalıştırıyor. İki oğlu da canla başla ve sevgiyle çalışıyorlar minicik atölyede. İşini onlara devredecek. Telkâri yorucu, stresli ve sabır gerektiren bir iş. "Bu işi yapmak için hem aşığı, hem muhtacı olacaksın" diyor Corç Usta, "Sırf para kazanmak için yürütemezsin!" Benimle konuşurken bir yandan da modelini kendisinin yaptığı saç tokalarını üretiyor. Corç usta modelleri gece rüyasında görürmüş, sabahın beşinde bilemedin altısında atölyeye gelir bunları çıkartırmış. "Eskiye nazaran talep çok ama usta yok ki eleman yetişsin" diyor. Midyat'taki 80-90 ustadan da iki-üç tanesi kalmış.


Mardin çarşısından Marangozlar kahvehanesine uğramadan çıkmak olmaz. Mardin'in en otantik mekânlarından biri. Mardin'de mutlaka kahve kültürünü yaşamak ve mırra adı verilen yöreye has kahveyi içmek gerek. Marangozlar kahvehanesine giderken bakırcıların ve antikacıların önünden geçiliyor. Bakır kaplar, testiler, mırra cezveleri... Antikacılarda güzel eski Mardin'e has el işi kaplar...

Çöpçüler ve eşekleri

Kentin topoğrafyasıyla bütünleşen mimari yapısı hayranlık verici. Kimsenin evinin kimsenin güneşini ve havasını kesmediği bir mimari. Evlerin teraslarında, üzerinde yaşam sürülen tahtlar; sıcak yaz gecelerinde akreplere, böceklere karşı bir koruma. Yemek yenilen ve yatılan mekânlar bu tahtlar. Her evin terasında var. Evlerin dış cepheleri enteresan taş işçiliği örnekleriyle dolu. Taş işçiliği de bu yöreye has. En görkemli biçimiyle Mardin ve Midyat'ta karşımıza çıkıyor. Bu zenaatın en güzel örnekleri çoğunlukla Ermeni mimarların ve bazı Müslüman mimarların elinden çıkma yapılar.


Mardin'in dar sokakları ve abbaraları da şehrin en etkileyici mekânları. Buralarda dolaşırken günün değişik saatlerinde çöpçülere rastlarsınız. Yanlarında bir veya iki eşek bulunur. Bu eşekler o çöpçülere zimmetlidir ve belli bir zaman sonra da belediyeden emekli olurlar. Bir eşeğin ancak geçebildiği bu daracık sokak ve abbaralarda çöpler bu eşeklerle toplanır. Yol vermek için kenara çekilip "Kolay gelsin" dediğiniz, beline kırmızı puşi (ağa puşisi derler Mardin'de) bağlamış bir çöpçüden alacağınız cevap: "Başım gözüm üstüne!" Selamınızı alan herkesin ağzında bu cevap. Mardin insanına has bir zariflik bu. Mardinliler de hem şehirlerinin hem de insanlarının güzelliğinin farkında ki, yabancı olduğunu anladıkları herkese sordukları ilk soru: "Mardin'i beğendiniz mi?" İkinci soru ise: "İnsanlarımızı sevdiniz mi?" Bu sorulara "Hayır" cevabını vermek zaten mümkün değil. Bu cevabın devamında sohbetin konusu şehrin sorunları...


Genelde İslam kentleri cami çarşı ekseninde kurulur. Mardin'i diğer İslam kentlerinden ayıran özellik ise mahalle yapısını ve şehir eksenini su kuyu ve pınarlarının belirlemesi. Coğrafyacıların Mardin-Midyat Eşiği dedikleri bu bölge Türkiye'nin en kurak yeri ve sarnıçlar diyarı. Uygun sulama yok, su kısıtlı. Eskiden 30 metrede ulaşılan suya bugün pek çok yerde 120 metre civarında ulaşılabiliyor. Şehrin su problemi oldukça büyük. Gece ve gündüz sadece belli saatlerde verilebiliyor su. Aslında su problemi kendini bölgenin farklı yerlerinde de gösteriyor.


Mardin'in sorunları bu kadarla sınırlı değil. Şehre yönelik sanayi yatırımları yetersiz. Onlar da tekstil ağırlıklı. Bu nedenle, Mardin Diyarbakır yolunda sadece üzüm bağları değil, pamuk tarlaları da görüyorsunuz artık.


Kent çarşısı, mahalle araları, Mardinlilerin doyumsuz sohbeti, çaylar, mırralar derken, akşam iniyor Mardin'in üzerine yine, güzel taş evler kızıla boyanıyor. Cercis Murat Konağı'nın terasına oturup Mezopotamya ovasına bakıyorum. Yavaş yavaş hava kararıyor, mavi renk dalga dalga koyulaşarak üzerime doğru geliyor. Akşam yerini geceye bırakırken ova denize dönüşüyor.

Görmeden dönmeyin!

Mardin'e yolunuz düşerse, mutlaka Süryani kültürünün bir parçası olan, dini motiflerin kilise perdelerine ve evlerin konuk odalarına nakşedildiği baskı ve boyama sanatının son temsilcisi, 85 yaşındaki Nasra Teyzeyi de ziyaret edin.

Kentte görülecek çok yer var. Ermeni mimar Lole'nin eseri 19 yy yapısı Şatana ailesinin konağı olan bugünkü postane binası; Artuklu eserlerinden Ulu Cami; Şehidiye Camii Medresesi; tıp, felsefe, astronomi derslerinin dışında din eğitimi verilmeyen Kasımiye Medresesi; Gazipaşa İlköğretim Okulu; tıp, felsefe ve astronomi yanı sıra din eğitimi de verilen Zinciriye (İsabey) Medresesi gibi pek çok görkemli yapının yanı sıra Mardin Metropolitlik Kilisesi durumundaki Kırklar Kilisesi ve eski bir tapınağın üzerine kurulmuş Deyrülzafaran manastırı şehrin önemli yapıları. Bu kilise ve manastırdaki taş işçiliği ve iç mekân çalışmalarına hayran kalacaksınız.

Mardin'in içinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Erdoba evleri. Otel olan bu konak son derece güzel restore edilmiş.

Bir diğeri Cercis Murat Konağı. Ebru Baybara Dökmen'in işlettiği bu konakta aynı zamanda Mardin mutfağının en güzel yemeklerinin sunulduğu bir restoran da var.

Mardin'in civarı da son derece önemli ve güzel. Midyat, Kızıltepe, Nusaybin, Savur, Dara gibi yerleri ziyaret etmeden Mardin'den gitmeyin. Midyat'ın taş işçiliğini yerinde görün, atölyeleri gezin. Midyat'ın çarşısı, Devlet Konukevi ve civar köyleri görülmeye değer yerler. Özellikle Barıştepe (Salah) Köyü Mor Yakup Manastırı, Anıtlı (Hah) Köyü Meryemana Kilisesi ve Süryani Kadim cemaatinin en büyük ve en ünlü yapılarından biri olan Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırını ziyaret etmeniz şart.

Diğer adı Anastasiopolis olan Dara harabelerinde kilise, saray, çarşı, zindanlar, tophane ve su bendi görülebilecekler arasında. En görkemli yapı da yeraltında bulunan Dara zindanları.

Savur'a yolunuz düşerse, kapısında "Allah nasip etti bana bu evi yapmayı, bundan sonra kime nasip olursa ona ve çocuklarına ömür boyu mutluluklar" yazan Ahmet Öztürk evini (Abdullah Bey Konağı) gezin. Konukseverlikleri karşısında şaşırıp kalacaksınız.

Mutlaka Kıllıt köyünü, köydeki kilise ve mezarları da görmek gerek. Şimdilerde terk edilmiş olan köyde birkaç aile yaşıyor. Kiliseleri ve mezarların taş işçiliği ve çeşitlilik şaşırtıcı boyutlarda.

(Not: Bu yazım 2003 yılında yazılmış ve Crossroads Dergisi’nde yayımlanmıştır.)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder